Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İTİRAF

Çocuk ne çok acın var senin böyle. Anlatılır mı dünya kelamıyla yaşadıkların söyle? Herkes kendi acısını çekiyorken gözlerine, bakmak için başkasının yüreğine. Çocuk yüzüme bak. Yüzümde biriktirdiklerime. Kocamış temenniler kanırtır vicdanım, duâ sanıp avuç içlerime. Oysa çağdaş olmamak kadar özgürdün eklemlerinde, eğreti putlar gibi kırılmış bulmasaydın bizleri bir yortunun akabinde. Çocuk yüzüme bak. Yüzünde biriktirdiklerime. Mümkünmü yaşanmışlıkların cürmünün iadesi geriye, yaşamaktan yanayken insanın meyli sadece, ağır-aksak, devrik, gündelik bir devinimin ardışık tekerrürü şeklinde.

ÖLESİM TUTMUŞSA

Huysuz bir adam olmuşsam. Cilası tükenmişse günlerimin. Üstüne üstlük gövdemi inkâr etmeye başlamışsa yatak. Yanılıyorsam, habire sesimi dindirmeye başlamışsam  isminde. Her durakta yoksullaşan, tarifeli kalabalıklara sevinmeye başlamışsam yani. Yorgunsam, biraz bıkkın, yaşamaktan yana değilse meylim artık.  Ölesim tutmuşsa..... "İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raci’un."

GÖZLERİN KONUNCA AKLIMIN PERVAZLARINA

Gözlerin konunca aklımın pervazlarına, Kumral kuşlar uçar yorgun dudaklarımın yanına. Yiter sözcükler. Cesur bir adam yalaz bir günü solur, Ağzımda tam da dilimle sesim arasında, kalırım terkedilmiş gibi kalabalıklarda, kireç sıvalı kerpiç bir ev misali şehrin ortasında, Ellerin ellerime gelir, Bir şehir boşalır gibi, Bir çocuk koşar gibi gelir. Bu sonbahar biter. Çinko damlarda kızıl atlar gibi şavkıyan yapraklar yeşerir, Bir komşu ilerisi, Bir avlu ötesi gurbet olur, Gözlerin konunca aklımın pervazlarına.

LAL OLSAM

Sesimin en yumuşak yeri ile dokunsam isminin kıvrımlarına, gözlerimin gözlerine dediği yerde. Sonra lal olsam. Ve Artık hiçbir sözcük acıtmasa dilimi.

SÖZLER

I Ne çok ölüp, ne az yaşamışız. Yaşamak ölmeyi becerebilmektir dedi adam. Yaşamı eskiden ne çok sözcükle anlatabildiğini umursamadan. II Mührü mutlaktan emanet, nübüvveti gelinceye kadar lâl. "OKU" Anlayana elbet bu emir, bu hâl. III Bir düşün düşkünlüğünde düştüm yollara. Aklımın almadığı, zahirim ne olur bağışla. IV Biz aynı tezgâhda satılan, Ayrı kitaplarda Aynı öykülerin anlatıldığı Ayrı kahramanlardık. V Dök içime, yüzünden yüzüme akan ne varsa. VI Birer kadavraya dönüşmemiz çok da zor olmadı aslında. Sadece duyularımızı doyurarak yaşamamız yetti bu nihai sona. VII Yazabildiğim kadar benim. Okuyabildiğim kadar sen. Düşünebildiğim kadar varım. Düşlüyebildiğim kadar özgür. VIII Her şeyden  geçerek sevdim seni. Önce seni, sonra seni, yine seni sevdim. IX Su içmek acıtır mı insanı? Acıtır..... Acıdır... Su .. Kerbela olur yakar beni. X Gerçekler biraz da kara dokun

GİDELİM BURALARDAN

Sevdiğim, gidelim buralardan. Bu sokaklar, bu nehir yorgun yapıyor beni, buruk yapıyor. Sustuğum, - Evet uzun uzun suskunluğum oluyor. Paslanan dilim sesime varmıyor nicedir. " Bela " da verdiğim söz gibi, dünyayı üstüme yıkıyor bu şehir.

BİR ŞEY VAR

Resmi rakamlarda olmayan, iniltili, tanısı ancak vicdanlarda konulan bir şey var. Şirazesi kaymış, Kafka'nın Samsa'sı gibi bir sabah böceğe dönüşmüş olan, insanın tortusuna atıfta bulunan bir şey. Yavaşlatılmış, kartpostallara sığdırılan, temsili kentler, abartılı insan halleri, afilli sözcükler var, kartpostal satıcısı yalnızlığında kitap aralarına sıkıştırılan. Kartpostal satıcısı yalnızlığı diye bir şey var, sorardık bulabilseydik kartpostal satan, var mıydı gerçekte böyle bir adam? Bir şey var diyorum, bir şey... Bu gün olup, yarın olmayacak olan.

KORKMASAYDIM ALLAH'TAN

Şehrin çok katlı patikalarında bir kullanımlık imece usulü ihanetler anlatabilirdim. Biraz futbol, biraz siyaset, Avrupa'da bir takım alıp, Cumhurbaşkanını divan-ı harbe verebilirdim, dost sohbetlerinde takas edilen cümleler arasına sıkıştırıp. Mesela, küfürlü bir merasimin soylu eylemliliğinde bağışlayabilirdim insanları. Ya da İşgal edip ikinci el kimlikler yaratabilirdim bu topraklarda, görmezdim tecavüzleri, ölen çocukları, korsan bir tebessüm aralığında. Yalpalayan insanlığımı umursamadan, gündelik telaşlarımı sıraya koyduğum namazlarım gibi aceleyle geçer giderdim yanlarından, eğer korkmasaydım Allah'tan.

UYANIŞ

Resim
Derin bir travmadır yaşam, o yalana kendini artık inandıramadığı zaman insan. İnsan hırsızdır; çalar kendi yaşamından an ve an. Sahtekardır  ; kendini kandırdığı kaypak bir günü sürmeye devam eder; İnanır inandırdıklarından çok kazandığına, kaybettiğinin farkındalığı ille bir bakıma. Sonunda gün batar. Semada seyyareler tek tek yanar . Yalvaç bir ses geceye yemin ederek söze başlar. Memede vurulmuş  çocuklar dile gelir. Nasıralı İSA  zannetme tekrar çarmıha gerilir.

GÖZLERİNİN KUŞATMASI KALKTIĞI GÜNDEN BERİ ÜZERİMDEN

Gözlerinin kuşatması kalktığı günden beri üzerimden , kent mabetlerinde, kozmik yakarışlarım oldu. Tedirgin hallerim..... Sofraya oturup yemeden kalktığım, Çay içerken yılgın sütunlarda kenti soluduğum oldu. İşe gittim her sabah normal insanlar gibi. Komşu ziyaretlerinde, ev sahibi nezaretinde kanal değiştirme seanslarına katıldım. Evcil sevinçlerim oldu, emanet mutluluklarım. Devşirme yortulara uyandım bazı sabahlar. Günlerce sokağından geçemedim mesela. İsmini söyleyemedim, Gözlerinin kuşatması kalktığı günden beri üzerimden

Gece Yine Bir Gece

Camımda nihayete ermiş yağmur damlaları, sana meyilli tekil  acılar bırakıyor. Yüzüne benzetiyorum her şeyi, ya da yüzün her şeye benziyor. Artçı iç çekişleri, giyotine vurulmuş umutlarıyla yazgısını çoktan yaşamış  bir adam sızıyor şakaklarımdan. Eşyalara ilişmiş suretler, devrik sayıklamalar geliyor ardından. Ayın denizle raksı, yakamoz misali uzun yanılsama nöbetleri başlıyor yine,  Küçük acıların rahmine tutunmuş heceler,  büyük yaralar açıyor,  Söylene söylene giden bir cankurtaran bağırtısında başladığı  yerde keşkelerle bitiyor  gece.

İSTİYORUM

Hep aylardan ağustos olsun istiyorum. Günler cumartesiye hiç varmasın. Itırlı bir sabaha uyanmak, serin bir ikindi sonrasında sakalında dindirmek ellerimi.. Ya da gözlerinin ağuşunda niyayetsiz bir serüvene  başlamak yeniden.. Mesela omuzlarında çocukluğumu solumak istiyorum. avuçlarında, can vermek kırılan kurşun askerime.. anlatmak okul sıralarında, teneffüs aralarında, tanıdığım tek kahramanı.. Her akşam, bir gün geleceğin umuduyla yine eve koşmak istiyorum.

İNSAN

Çoğu kez alınan Ama genelde verilmeyen, duygusuz ses yitimlerine mübtela kulaklara inat, İnsan; kimi zaman asude bir melodi, kimi zaman gürültülü bir şehir kalabalığı ile bakar kendi içinden kendine. Belki, büyülü bir kaç sözcükle başlayan söylencelerin kulağına üflenmiş telkinleridir onu koyan bu hâle.

8 MART

Yıldızlı bir gecenin sonuydu. Yeni doğan güne sensiz dokundum o sabah, Yokluğundan artakalan ne varsa koyarak yüreğime, bilmeden yaş olup dolacağını  gözlerime. Sen: doğurgan bir acıya savurdun beni. Yoksun! Ayaza çalar evim. Sokaklarda acılarını gezdiren insanlar, Asma altı,havuz yanı... Yoksun! Anam yarı baygın, ağlamaklı. İçimde gürültülü iç çekişler. Musallaya düştü yüzüm. Dilimde yorgun, ağıta dönememiş, geceden artakalma sözcükler. Kefenlenmiş bir sabahı çağırır minareler. Acıyan yanım, gözümün nuru, önce yokluğun acıttı beni; öğle namazı vakti, kahve-soda, koltuktaki boşluk.... Sonra yokluğuna alışmak.

ÇOK HANELİ BİR YOZLAŞMA BU

Çok haneli bir yozlaşma bu hangi yanıma yaslansam o yana artan. Sürçen utangaçlıklarıyla zoraki mutlulukların tutsağı okul çocukları, meydanlarda  arsız tanrıların marş söylemekten göveren dudaklarıyla büyütüldü. Ben hiç büyümedim. Çocukları büyür görmekten başka da büyüklüğüm olmadı. Korktum. Meydanların ve marşların tanrılarının elinde kendi bungunluğunu içen partizan bir soytarıya dönüşmekten.

ADEMDEN ÂDEM'E, ÂDEM'DEN ADEME

Günün zemherini bir bir yontarken saatin tiktakları, bırak dil-i zâr, onlar gül kokulu odalarda, hoş sohbetlerde eritsinler zamanı. Dünya eğlencelik değil, bunu çok geç anladım. Her insan kendini tüketir, tükettiğini zannettiği günün ardından, Ve insan Ademden Âdem'e, Âdem'den ademe yolculuğunun farkındalığı ile yaşamıyorsa yenilmiştir çoktan.

KAHVERENGİ BUGÜN GÖZLERİN NEDEN?

Yüreğinin sağrısında biriktirdiklerini, sümen altında yalın bir acıyı emziriyor gibi çoğaltan kadın, sana benzemek kadar sana benziyordu. Yüzünde telaş, daha çok yenilmişlik. Dudaklarında rivayet geçmiş zaman bir tebessüm, ismini söylediği her şey gibi aslında, Bilindik. Güneş yanığı, rüzgâr değmesine benzer bir yaşanmışlık. Kahverengi bugün gözlerin, neden? Gözlerinde her sabah su almaya giden kızlar yok. Eşiğine oturmuş çocuklar,  kapıda ki dut ağacı, yeni sağılmış süt gibi hayat.. Sahi... Güneşin sarısı, denizin mavisi... Ben neredeyim?

ANADOLUDA UNUTULMUŞ BİR İLÇEYDİ YÜREĞIM SEÇİMDEN SEÇİME HATIRLANAN

İnsan  bazen dönüp bakar maziye. Kâh hayıflanır, kâh güler kendi kendine. Bir çocuk çağırır bazen çocukluğuna, çocukluğunda unutmak istediği ne varsa tutuşturarak avuçlarına. Yedi yaşındaydım, daha yolum başında, Çocuklar yeni unutmaya başlamışlardı çamurdan dünyalar yaratmayı çatlamış elleriyle asvalt kokulu sokaklarda. Adamlar gökten yağan sarı kağıtlara Mübtela. Ve kadınlar , komşunun ağzıyla başka bir komşunun etini yeme telaşında öğle gezmelerinde o ara. Yedi yaşındaydım, daha yolun başında, Bir solukta bitirdiğim uykularım, uçsuz bucaksız düşlerim vardı. Yedi yaşındaydım, daha yolun başında, kimsesizliğimi bulduğum zaman yanımda, tabi ki oyundan arttığı kadarıyla. Çocukluğum, Kimsesizliğimden artakalan yanım, Gözümden dökemediğim, Dile vuramadığım, Sahibi olmadığım suçların hamisi sayıldığım, Kum tanelerinin gammazlığına rağmen çarşamba çayının suyunda yıkadığım, Naylon bir muşamba rahatsızlığında uyanışım. Yedi yaşım.

AH-U ZAR ETMEK BOŞUNA

Ah-u zar etmek boşuna, bilmiyorum kaç zamandır böyleyim...... Onbeş, onsekiz, belki daha az, belki daha fazla.. Zaman, en kahpesinden düşmanın; en zehirlisi,en yırtıcısı hayvanat silsilesinin. mekanların anlamı yok . Yok sokakların, caddelerin  anlamı. Bir ışık halesi evim, bir ziya cümbüşü. Eşim ve çocuklarım tek Gönül dinginliğim, Tek sığınağım....... Tek sığınağım; yalancı bakışlardan, riyakar sözlerden, sahte dostlardan, Demiştim ya bilmiyorum kaç zamandır böyleyim?  Bilmiyorum kaç zamandır yalancı bakışlar? Kaç zamandır riyakar sözler? Ve kaç zamandır sahte dostluklar? Baksam yazmaz mı ansiklopediler? Yalvarsam yakarsam dile gelmez mi evrenin tüm kamusları? Yapılmış bütün büyüleri denesem çözemem mi bu girift,  bir okadar da keşmekeş, kokuşmuş köhne bilmeceyi? Yorgunum....yorgun! Kaybetbeye ramak kala, ne olur tut elimden. Aşk ile haşreyle beni, nurunda kaybolayım. Öyle yak ki beni; kor olayım,köz olayım ,kül olup savrulayım. Sonra hiçliğimde uyanıp, abdal olayı

YÜRÜDÜM

" Rhône " insanların yüzleri kadar bulanık, insanların yüzleri kadar hırçın akmakta. Yüzünde bir şilepin izleri, üstünde başka yüzler görmekten yorgun... Saatler günün mahremi, karanlığın efendisi geceye boyamakta şehri.  Sokak lambalarının ışıkları cılız, kırılgan. Dışararıda ahmak ıslatan.  Dilimde eski bir şarkı. ismi neydi? Kim söylüyordu? Yürüdüm m aziye yaslanarak, bu günümden yarınıma. Yürüdüm.. Zamansız, mekansız, yolsuz yürüdüm. Tunçtan tanrılara, siretsiz sûretlere,  yürek istilalarına, postala, siyasete rağmen yürüdüm. Sehir bana yürüdü, ben sana yürüdüm.